UYKU VE TRAVMA (Börte Özdemir – Klinik Psikolog & Profesyonel Deneyimsel Oyun Terapisti)
Travma nedir, ne değildir bize açıklar mısın? Zor bir tecrübe ile travmayı nasıl ayrıştıracağız?
Travma kelime anlamı olarak bakıldığında beden ve ruh açısından önemli ve etkili yaralanma belirtileri bırakan yaşantıyı işaret eder. Burada önemli olan bedenen ya da ruhen bütünlüğün bozulması ve/veya bozulma tehdidini içermesidir. Kişi gerçek bir ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ile karşılaşmış, buna maruz kalmış veya tanık olmuş olabilir. Yani bu tehdidin direk olarak kişinin kendisine yönelik olmasına gerek yoktur. Yaşamına, vücut bütünlüğüne, inanç sistemlerine yönelik olabileceği gibi sevdiklerine yönelik tehditler de travmatik yaşantıyı kapsayabilir. Travmatik olayın temel olan ortak özellikleri ani ve beklenmedik şekilde gerçekleşmesi, günlük rutini ve kişinin anlamlandırma süreçlerini bozması, aşırı derecede korku, dehşet, endişe ve panik yaratmasıdır. Ayrılık, boşanma, aile içi şiddet, zorlu doğum, iş kaybı, aldatılma, tecavüz, trafik kazası, ani hastalık kişisel travmalar olarak; savaş, işkence, terör, doğal afetler, büyük çaplı ekonomik krizlerse toplumsal travmalar olarak ele alınır. Pek tabi her travmatik olay her kişide aynı etkiyi yaratmayacaktır. Bu sebeple olayların etkisi kişilerin biricikliği ile değerlendirilir. Daha açık bir ifade ile travmatik etkiyi kişinin deneyimine derinlemesine bakarak ayırt edebiliriz. Ani ve beklenmedik olarak gelişen bu olay kişi için ne anlama gelmiş, neler hissetmiş, olayın ardından neler hissediyor ve düşünüyor gibi sorularla incelyebiliriz. Kişinin içsel kaynakları, olayı bilişsel olarak ele alış biçimi ve sosyal desteği gibi faktörler de değerlendirme için önemlidir. Travmatik yaşantıları net bir tanı olarak değil de derinliği giderek artan uzunlamasına bir boyut olarak değerlendirmekte fayda var. Zor deneyimlerde bu boyutun üzerinde yer alır. Yani soruna dönecek olursak travmaların her biri kişi için aslında zor bir tecrübe olmakla birlikte her zor tecrübe travma olmaz.
Travma geçmişi olan çocuklarda uyku sorunları sıklıkla görüyoruz. Sık uyanma, zor dalma gibi… Travma ile uyku kalitesi arasında nasıl bir bağ var?
Travma ile uyku arasındaki bağa şöyle bakmak gerekir. Psikiyatrik tanı olarak zor tecrübelerin travma olarak tanılanabilmesi için belirli semptomların kişide gözlemlenmesi gerekir. Bu belirtilerden bazıları olayla ilgili anıların sık sık hatırlanması ve sürekli tekrarlanacağı korkusunu hissetme, olayı hatırlatan durumlardan kaçınma iken bazıları ise uykusuzluk ve kabus görmedir. Senin de bildiğin gibi bu tür işlevleri vücudumuzda sempatik ve parasempatik olarak adlandırılan iki sinir sistemi kontrol ediyor. Sempatik sinir sistemimiz tehlike algıladığında devreye girerek bedenimizi savaş kaç moduna hazırlıyor ki buda kalbimizin hızlı atması, hızlı nefes almamız, terlememiz, sindirimde hareketlenme ve kaslarda gerginlik tepkileri demektir. Yani aslında vücudumuz bizi tehlikeye karşı savunmada kalmamız için “uyanık” tutuyor demektir. Tehlike geçtikten sonra ise parasempatik sinir sistemi aktive olarak tüm vücut fonksiyonlarının eski haline dönmelerine yardımcı olur. Gün içinde bu geçişler ani ve gözle görülür olmazlar. Ancak travmatik bir durum söz konusu olduğunda sempatik sinir sistemi o kadar yoğun çalışır ki parasemetik sistem devredışı kalır. Vücudun stres yaratan duruma karşı aşırı dikkat kesildiği ve tüm duyularının keskinleştiği bu durumlarda uykusuzluk kendini gösterecektir. Çocuklarda da durum aynı yetişkinlerdeki gibidir. Aslında tüm travma sonrası stres tepkileri bu iki sinir sisteminin aktivasyonu açısından normaldir. Bu sebeple travmatik (stresli) bir olayın ardından bu tepkileri “anormal bir duruma verilen normal tepkiler” olarak değerlendiririz. Genellikle bu normal tepkiler bir süre sonra geçer. Ancak bazı durumlarda bu tepkilerin sönmediği görülür ki bu da kişinin yaşam kalitesinin zora sokar. O zaman profesyönel bir destek almamız gerekir.
Gece korkularından özellikle bahsetmek istiyorum. Gece uykusu içinde ortaya çıkan, kimi zaman kabus, kimi zaman uzun ağlamalar veya gece terörü olarak seyreden, tanımının ne olduğundan bağımsız çocuğun gece uykusunda kaygı ve korkuyu gördüğümüz durumlara nasıl bakıyorsun? Bu durumlarda bir uzman olarak neleri merak ediyorsun? Çözüm için rotan ne oluyor?
Bu soruyu önemsiyorum çünkü özellikle ebeveynler için az önce konuştuğumuz travma tepkilerini bir çocukta hele ki yaşı biraz da küçükse görmek ve fark etmek zorlayıcı olabiliyor. Çocuklardaki fizyolojik ve psikolojik travma tepkileri korku, öfke, yas, çaresizlik, iştahsızlık, baş ağrıları, mide bulantıları, sürekli yorgunluk ve uyku süreçlerinde bozulmalar gibi belirtilerle oluyor. Ve çocuklar genellikle bu tür durumlarla ilgili direk konuşmak yerine oyunda anlatmayı tercih ediyorlar. Özellikle söz öncesi dönemde olan bebeklerin (0-1 yaş) travma sonrası stres belirtilerini anlamlandırma oldukça zorlayıcı bir durum, farkındayım. Sempatik sinir sistemi devredeyken uyumakta zorlanan bir bebek için bu anıyı iletecek iletişim yolları da oldukça kısıtlı. Ancak uykudan ağlayarak uyanma veya kabuslar gibi uyku sürecindeki bozulmalar her zaman travmanın diğer semptomları ile seyretmeyebiliyor. Mesela gündüz hiçbir problem olmamasına rağmen uykuda gece terörü ortaya çıkabiliyor. Bu tür bir durumun çocuk açısından zorlayıcı olduğunu aklımda tutarak her zaman bireysel değerlendirme gerektiğini ailelere anlatıyorum. Çünkü gelişim kitaplarının bazı yaş dönemlerinde çocukların korku ve kaygıları olabileceğini yazmaları bizlerin bu durumları görmezden gelmemize sebep olmamalı diye düşünüyorum. Aileler ile beraber oturup bu durumdan muzdarip olan çocuk için olası travmatik süreçleri kontrol ediyoruz. Bunlardan bazıları anne baba ayrılığı, bir yakının kaybı, fiziksel ya da cinsel istismar, anne baba arasındaki problemler, okuldaki problemler, taşınma vb. olabilir. Ancak çocukların görünürde herhangi bir sebeple travmatik bir durum oluşturabilecek bir öyküleri yok ise merak ettiğimiz şey erken çocukluk dönemi oluyor. Doğum travması, anneden erken ayrılma, medikal travmalar gibi çeşitli alanları çocuk açısından değerlendiriyoruz. Genellik rotamız çocuğu rahatsız ettiği aşikar olan bu durumu anlamaya ve beraberce anlamlandırmaya çalışmak şeklinde oluyor.
Ebeveynler bebeklerinin ve çocuklarının uykularını düzenlemek için birçok girişimde bulunuyorlar. Oda, yatak, uyutma yöntemi seçimleri, uyku saatlerini ayarlama gibi. Bunları yaparken çocuklarına travma yaşatma şansları var mı sence?
Şans değil de ihtimalleri desek daha iyi olur sanki… Yani buna söyleyeceğim şey aslında her bireyin ve ailenin özelinde biricik olmasını önemsememdir. Çeşitli seçimler, uygulamalar, denemeler tabi ki bebekler ve çocuklar için travmatik olabiliyor. Az önce de söylediğim gibi travma aslında sadece ayrılık, kayıp, afet durumlarında değil ebeveynlerin çocuklarını ihmal ve ihlal ettiği tüm durumlarda da ortaya çıkabiliyor. Bu ihmal ve ihlal durumları esasen çocuğun birey olarak görülmediği, ihtiyaçlarının fark edilmediği veya karşılanmadığı, duyulmadığı ve anlaşılmadığı tüm durumları içerebilir. Uyku bebekler ve çocuklar açısından çok özel ve hassas bir an bana kalırsa. Kendilerini rahatça bırakıp gevşeyebilecekleri, güvenle gözlerini kapatıp kendilerini büyümeye ve yenilenmeye adım atacakları bir evre. Bu özel anlar için yapılan düzenlemeler, gerek saat gerek oda gerekse uyku uygulamaları olsun bebeğin/çocuğun ihtiyaçları gözetilmeden yapıldığında her zaman bir travmatik durum söz konusu. Gelişimde belirli haftalar, aylar, evreler vardır, sende bilirsin. Bu evrelerde oda geçişleri, yatak değişiklikleri, tek başına uyku denemeleri gibi adımlar atılabilse de bunların hiçbiri her çocuk için geçerli değildir. Bebeğin/çocuğun ihtiyaçları göz önüne alınarak atılmış adımlar ise gelişimsel olarak tam isabettir.
Ebeveynlerin kendi uyku geçmişleri çocuklarının uykusunu sence nasıl etkiler? Kalıtsal travma ve bunun uykuya yansıması konusunda fikirlerin neler?
Ebeveynlik tam da bu sebeplerle dünyanın en zor işi diyorum. Çünkü bir bebek bir aileye geldiğinde anneyi kendi içinde ve babayı da kendi içinde uzak uzak diyarlara götürüyor. Ebeveynlerin kendi uyku geçmişlerine gelmeden önce önemli bir nokta var ki o da aslında kendi uyku rutinlerinin bile çocukları etkilediği gerçeği… Bunu göz ardı etmemek de fayda var. Bebeğin anne karnında annenin uyku rutinlerini algıladığını biliyoruz. Zaman zaman doğum sonrasında bebeklerde, hamilelikteki uyku rutinlerinin tekrar edildiğini gözlemliyoruz. Dolayısıyla uyku ile ilgili pek çok rutinde bebeğe aktarılıyor. Genetik aktarımla geçen uykuyu etkileyen faktörleri, Melis sen benden daha iyi bilirsin. Tam bu kısma bakınız Melis’in yazıları diyebiliriz. Ama bunun yanında senin sorundaki ebeveynlerin kendi uyku geçmişleri de doğum sonrasındaki aile ortamına birebir yansıyor. Kendi uykumuza dair hatırladığımız anılar; bizi kimin uyuttuğu, nasıl uyuttuğu, hangi ninniyi söylediği, bize nasıl davrandığı, uyku öncesinde ya da uyku sonrasındaki hislerimiz gibi pek çok anıyı kapsar. Bu geçmiş hikaye ise bir bebeğimiz olduğu zaman uzun zamandır örtülü durduğu sandıktan çıkar ve karşımıza gelir. Bebeği uyutma şeklimize; kucaklayarak mı, ninni söyleyerek mi, ayaklarımızda sallayarak mı ya da karanlıkta ağlatarak mı olacağına yansır. Bebeğimizin uykusuna dair geliştirdiğimiz beklentilere; hemen uyumalı, düzenli uyumalı, ben dediğimde uyumalı gibi beklentilerimize yansır. Ya da onun uykusuzluğuna karşı takındığımız tavırlara; çaresizlik karşısında öfkeyle mi sakinlikle mi kalacağımıza yansıyacaktır.
Travma çocukta nasıl iyileşir? Gerek ebeveynlik gerek terapi yöntemleri olarak? Aileler bu konuda ne yapabilirler?
Tabi ki oyun terapisi… Çocukların dünyasına girişin anahtarı oyun olduğuna göre oyun terapisinden başka bir ilk yol düşünemiyorum. Ben Deneyimsel Oyun Terapisi uyguluyorum, çünkü her bireyin deneyiminin kendisine özgü ve biricik olduğunu biliyorum. Bu yöntem ile çocuğun yaşadığı biricik deneyimini anlatmasına imkan sağlamış oluyoruz. Dolayısıyla travmatik bir durum sonrası çocuğun oyun terapisi ile yaşananları aktarması, ardından bu olaya karşı hissettiklerini ifade ederek söze dökmesi ve sonrasında ise anının etkilerinden kendisini kurtarması mümkün oluyor. Genellikle 2-10 yaş arası için uygun olan bu yöntem sayesinde kendisini ortaya koyabilen çocuklarda kendine güven, sosyal ilişkilerde güçlenme, duygularını tanıma ve onları ifade etmede artış gözlemliyoruz. Tabi ki aileler bu sürecin dışına değil. Öncelikle yaşanan bu biricik deneyimin aileler tarafından da anlaşılıyor olması birinci adımımız. Terapi sürecinde özellikle travma söz konusu olduğunda ebeveynleri güven verici ve şefkatli duruşları çocuklar açısından hayati önem taşıyor diyebiliriz. Aileler ile çocuğun deneyimlediği yaşantıyı ele alıyor ve bu yaşantı karşısındaki şefkatli kucaklayışımızı çocuğa sunuyoruz. Aileler herhangi bir travmatik durum karşısında çocuklarına mutlaka sarılmalı ve güven verici bir tutum sergilemeliler. Çünkü travmanın kendisi tanımsal olarak “tehlike” içerir ve temel güvenlik algısını bozar. Bir çocuğun ise böyle bir durumda ihtiyacı olan ilk şey güvenilir ebeveynlerini görmek, onlar tarafından korunacağına emin olmak ve rahatlamaktır. Çocuğun duygularına ağırlık veren, olayın onu nasıl etkilediğini ve aslında çocuğun artık güvende olacağı mesajına odaklanan hikayeleştirmeler çocuklara sürecin işlenmesi için yardımcı olur. Yine de ebeveynlerin travmatik bir deneyim olduğunu düşündükleri olaylar için bir profesyonelden destek almaları aile sistemi için en etkili yoldur.
Çocuklarda profesyonel uzman desteğinin oyun terapisi ile 2 yaşta başlayabileceğinden bahsettin. Peki daha erken aylarda ne yapılabilir? Travma geçmişi olduğunu bildiğimiz bir bebeğe nasıl destek olabiliriz?
Evet kesinlikle bu soruyu da önemsiyorum. Çünkü karakterimizi, düşüncelerimizi, bakış açılarımızı etkileyen pek çok örtük anımız da söz öncesi dönemde erken çocukluğumuzda gerçekleşiyor. Bu tür zamanlarda ise bu deneyimleri ifade edecek dil becerilerinden yoksun oluyoruz maalesef. Misal bebekler konuşabilseydi eminim çok şey anlatacaklardır… Ama ne yazık ki çoğu zaman bir bebeğin kendini ifade edebileceği tek yol ağlamak oluyor. (Başka pek çok sinyal olsa bile en gözle görülen tek yolu kast etmek istedim.) Aslında bir yenidoğana sahip ebeveynin en çok şunu düşünmesini isterim. Dünyanın dört bir yanında bebekler dil, din, ırk, coğrafi koşul fark etmeksizin ağlıyorlar. Bu kadar evrensel bir hareketin anlamı neden olabilir? Tek ortak nokta “Bir derdim var.” Ağlamak tabi ki bir şey anlatma yolu. Sebebi ne olursa olsun bunu akılda tutmak bebeği anlamanın ilk adımı bence… Çünkü yetişkinler olarak bu sinyalleri görmek bizim sorumluluğumuz. Bu ağlama sinyaline karşı harekete geçmeli sebebini bir dedektif gibi araştırmalıyız. İşte o zaman ağlamaların anlamlarına ulaşmış oluruz. Geçmişte travma deneyimi yaşamış olduğundan emin olduğumuz bir bebeğin ise ağlayarak anlatacak bolca anısı olur. Ailelerin bu ağlayışları (hikayeleri) dinlemeleri, şefkatli bir şekilde kucaklamaları ve bebeği korumaları bebeğe iyi gelecek tek yoldur. Örneğin; travmatik bir doğum sonrası doğum saatine yaklaşan bir saatte ağlayan bebek her ağlayışta “Benim başına bu geldi, çok ama çok zordu benim için.” diyorsa, ebeveynlerde bebeği sıkıca kucaklayıp “Evet bebeğim çok zorlu bir deneyimdi, biliyorum, bana anlatabilirsin. Burdayım. Yanındayım.” mesajı verebilir ve sıkıca sarılarak “Artık güvendesin. Anne/baba seni koruyacak.” diyebilirler. Bu mesajlardan daha yumuşak, şefkatli ve bir bebeği tutan bir başka bir mesaj olduğunu düşünmüyorum. Geriye dönüp içimize baktığımızda en temel duygusal ihtiyaçlarımızdan birkaçının anlaşılmak, sevilmek ve korunmak olduğunu görmek bebeğe bakışımızı da bir şekilde temellendirebilir.